Değerli ziyaretçilerim ilk önce Ahlat
Sehrini tanıyalım
Türkleri Anadolu'ya açan şehir
Ahlat, Anadolu’nun Türklere açıldığı ilk
kapı, Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarına mensup boyların ilk uğradığı yer. Orta
Asya’dan Anadolu’ya gelen Türklerin nefeslendiği, aynı zamanda Türk-İslam
tarihinin başlangıç noktası Ahlat.
Şehir Hz. Ömer döneminde Cezire fatihi Iyaz
bin Ganem tarafından 641 yılında fethedilerek İslam Devleti’nin egemenliğine
girmiştir. Fetih sırasında, aralarında Muaz Bin Cebel’in oğlu Abdurrahman
Gazi’nin de olduğu 120 asker şehit olmuştur. Kent, Abbasilerin zayıflaması
üzerine Bizanslılara geçse de, kısa süre sonra Müslümanların hâkimiyetine
girmiştir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na altın devirlerini yaşatan Sultan
Alparslan zamanında (1063) Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde üs
olarak kullanılmıştır. Sultan Alparslan, Bizanslı Romenos Diogenes'le
karşılaşmak üzere Malazgirt'e Ahlat'tan hareket etmiştir. Kutalmışoğlu Süleyman
Bey otağını Ahlat'ta kurup, Anadolu'nun fethini buradan planlamıştır. Kayı
aşireti yıllarca Ahlat'ta yaşamıştır. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in
babası Ertuğrul Gazi burada doğmuştur.
Batı’ya geçişte köprü vazifesi görmüş ulu bir
şehir olan Ahlat, 13. ve 14. yüzyıllarda Belh ve Buhara ile birlikte “Kubbetü’l
İslam” unvanını almıştır. İlim, din, kültür ve medeniyet alanında önemli bir
yere sahip Ahlat, o dönemde Doğu ve Batı’yı buluşturan kavşak noktada olması
sebebiyle aynı zamanda bir ticaret merkezi.
Büyük Selçuklu Devleti’nin rönesansının yaşandığı yer olarak bilinen
Ahlat’ı Osmanlılar, Ata Şehri saymışlar. 11. yüzyılda 300 bin nüfusa sahip
Ahlat, şimdi küçük bir ilçe. Ahlat, Selçuklu ve Osmanlı döneminden bugüne
ulaşan kümbet, cami, kale ve mezarlıklarla bir açık hava müzesi
konumunda. Selçuklu Mezarlığı tarihte birçok kez tahribata uğrasa da hâlâ
ayakta. 350 dönüm alanı kapsayan mezarlıkta 8 binden fazla mezar taşı
bulunuyor. Ahlat, kümbetleriyle de dikkat
Ahlat Nerede?
Van Gölü’nün kıyısında
doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla dikkat çeken Ahlat, Bitlis’ebağlı küçük
bir ilçe. Süphan Dağı’ndan gün doğumunun, Nemrut Dağı’ndan günbatımının
izlendiği eşsiz bir doğa harikası Ahlat. Van Gölü’ne eğimli platolar üzerine
kurulan ilçe, göl kıyısındaki güzel manzarasıyla sakin ve huzurlu bir kent
özelliğine sahip.
Emir Bayındır Kümbeti
Ahlat, muhteşem mezarlıklarının yanı sıra kümbetleri ile de tarihi
güzellikleri olan bir şehir. Özellikle dönemin büyükleri, idareci ve sultanları
için yapılan kümbetler, bir nevi anıt mezar olarak yapılmış. Mimarisi,
süslemeleri ve kullanım amaçları yönünden dikkat çeken kümbetler; Selçukluların
yanı sıra İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu döneminde inşa edilmiş. Kümbetlerin
alt kısmı mezar, üst kısmı ise mescit olarak tasarlanmış. Ahlat’ta 15’in
üzerinde kümbetin olduğu biliniyor. Selçuklu mezarlığının yanında bulunan Emir
Bayındır kümbeti ise en önemlilerinden. 1472 yılında dönemin valisi adına
yaptırılmış. Kümbetin yanında Bayındır İbn-i Rüstem’in yaptırdığı 1477 tarihli
Emir Bayındır Camii bulunuyor. Bulunduğu yer eski Ahlat’ın merkezi
konumundadır. Emir Bayındır Kümbeti; tarzı, mimarisinin zarafeti ve abidevi
ölçüleriyle Ahlat’ın simgesi durumuna gelmiştir. Bayındır kümbeti, kare kaide
üzerinde, sütunlar ve kemerlerle güneye açılan silindirik gövde ve dışarı doğru
taşan basık konik külahıyla diğer kümbetlerden ayrılır.
Selçuklu Mezar Taşları ve Selçuklu Mezarlığı
Selçuklu mezarlıkları, 11.ve 15.
yüzyılları arasında tarihlenen şahideli, sanduka ve tümülüs tarzında birbirine
yüzlerce yıldır sevgiyle eğilmiş, binlerce heybetli mezarlarla doludur. Her
biri 3-4 metre olan bu muhteşem mezar abideleri, tek parça taşın ince ince
işlenmesi ile yapılmıştır. Ölüye hürmeti ve onun hatırasını ebedileştirmeyi
İslam ile tanıştıktan sonra da sürdüren Türkler, Ahlat mezar taşlarına adeta
kimlik kazandırmıştır. Selçuklu döneminden kalan mezar taşları, Orhun
Abidelerinin İslamlaşmış şekli diye ifade edilmektedir.Ahlat mezarlıkları içerisinde Meydanlık
Mezarlığı en büyüğüdür. En önemli mezar taşları ve en ünlü sanatkârların
eserleri bu mezarlıktadır. Mezarlık doğudan batıya doğru İkikubbe Mahallesi ile
Harabeşehir arasındaki geniş düzlüğü kaplamaktadır. En önemli mezar taşlarının
ve sanatkârların bulunduğu bu mezarlık, Anadolu’nun Türk yurdu olduğunun ispatı
açısından tapu mahiyetindedir.
Ahlat
Selçuklu MezarlıgI
Tarihi
Ahlat
Selçuklu Mezarlığı, Bitlis'in Ahlat ilçesinde, yer alan, Selçuklu dönemi mezarlığıdır. Ortaçağ Türk
mimarisi mezarlarını içeren bir açık hava müzesi niteliğindedir. Mezarlar şehrin Meydan Mezarlığı çevresinde ve Ahlat’ın eski mahallelerinde yer almaktadır. Sayıları bin
civarındadır. Ancak anıt niteliğinde
olanlar 118 adettir. Alışılmış mezar ölçülerinden büyük, 3.50 metre
yüksekliğe
varan ve her cephesinde süsleme bulunan dikdörtgen pirizma şeklindeki şâhideleriyle tanınırlar.
Medeniyetlerin ana çizgilerini yüklenen nesneler vardır;zahirden
bakıldığında bir ayrıntıdan ibaretmiş gibi görünürler,ancak hakikatte bütün bir
sosyal hayatı etkileyerek ma’şeri vicdanda yer edinirler.Bunlar bir milletin
kültür ve sanat birikimini oluşturan pek çok alanda karşımıza çıkar.” Ahmet
Hamdi Tanpınar,karşımıza çıkan bu değerleri “Bir medeniyetten öbürüne geçerken,
yahut,düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanıbaşında zamana hükmeden gerçek
saltanatlar ve kültürün asıl şerefli tarafı“ olarak görüyor.
Ebedi istirahatgâhlarımız ile toprağı üzerinde çağlar boyu zamanın
oluşturduğu unutkanlığa karşı inatla ve dirençle sadık bir dost, bir sevgili
gibi ölüyü bekleyen şahideler bu kültürel nesnelerin,saltanatların en anlamlı
kısımlarını oluştururlar. “Yapıldıkları çevrenin ve dönemin inançlarının örf ve
adetlerinin sanat geleneklerinin tabiî, iktisadî ve içtimaî şartlarının
müşterek mahsulü olmaları nedeniyle mezar taşları toplumun paha biçilmez bir
etnografya laboratuarıdır.” Bu nedenle sanat tarihinin yanı sıra daha birçok
bilim dalının kaynakları arasında yer alan mezar taşlarının ortaya çıkartılıp
incelenmesi sanat tarihi açısından olduğu kadar kültür tarihi bakımından da
önem arz etmektedir.“Mezar taşları toplumların icra etmiş oldukları sanat
faaliyetlerini, zevk ve anlayışlarını sunan ve fiziki varlıklarıyla günümüze
taşıyan unsurlar olmalarından ötürü ilk elden kaynak olma özelliğine
sahiptirler.” Unutmayalım ki; Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı ve töresi
hakkında önemli bilgiler veren ilk Türk yazılı belgeleri, Orhun Abideleri
dediğimiz mezar taşlarıdır.Ayrıca mezarlıklar ve mezar taşları millî birer tapu
mesabesindedirler.
Yahya Kemal bir yazısında Eyüpsultan’la ilgili olarak “….Bütün o kabirlerin
aralarından geçtiğim bir gün,sahabi Halid’in yanında fetih askerlerinden
birinin burma kavuklu taşına vecd ile uzun uzun baktım;tiryaki bir ocak
ihtiyarının vücudunu haber veren o metin taş,ölümün ortasında kavuğu
yıkılmış,hala fetih rüyasını görüyor gibi dalgın duruyordu.Zaten Eyüpsultan o
rüyanın toprakta mücessem bir devamı değil mi ?” Tanpınar da,İstanbul’u
anlattığı bir konuşmasında “….İstanbul’da hemen her yerde çoğu surların
etrafında olmak üzere,fetih şehitlerinin mezarları vardır.Bunlar Türk
İstanbul’un tapu senetleridir.İstanbul’da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin
etrafındaki hürmetle başladı.Bizans’ın asırlarca işlenmiş bin türlü külfet,
merasim ve âdapla dolu,altına ve sırmaya garkolunmuş derin ilahili ruhaniliğini
dedelerimiz bu şehit türbelerinin başında yaktıkları ilk mumla yendiler.” Bu
çarpıcı bakış ve yakalayışlar gösteriyor ki mezar taşları,birer işaret taşı
olmasının ötesinde dinî ve millî kimliğin taşlara oyulmuş kültürel kodlarıdır.
İslâm kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu bölgeler arasında mezarlıklar ve
mezar taşları açısından Anadolu coğrafyasının ayrı bir yeri ve önemi
bulunmaktadır.Yüzyıllar boyunca değişik kültürleri üzerinde barındıran,onları
birbiriyle kaynaştıran ve XI.yüzyıldan itibaren Türk yurdu haline gelen
Anadolu’da bu tarihten sonra İslâm öncesi döneme ait inançlar,burada yaşayan
eski kültürlere ait gelenekler ve İslâm inancının bileşimi ile meydana gelen
bir mezar kültürü ortaya çıkmıştır.Bu kültürü yansıtacak nitelikte,oldukça
zengin çeşitlilikte binlerce mezar taşı Anadolu’nun değişik bölgelerine
dağılmış durumdadır.Ölüm fikrinin mücessem tasvirini yaşayanlara bu kadar munis
ve cana yakın gösteren,hüzün ve zarafet dolu mezarlıklarında binlerce anıtsal
mezar taşı bulunan Ahlat bu merkezlerin başında gelmektedir.
İslâm devrinde büyük küçük on iki devlet veya
hânedanın idaresi altında kalmış, Evliya Çelebi’nin Oğuz Taifesi
Şehri,Selçukluların Kubbetü’l İslâm, Osmanlıların Ata Şehri adını verdikleri
“Ahlat’a Ortaçağ Türk mimarisi mezar tiplerinin topluca incelenebileceği,
benzeri bulunmayan bir açık hava müzesi görünümü kazandıran ilgi çekici mezar
abideleri,çoğunlukla Meydan Mezarlığı çevresinde ve Ahlat’ın eski
mahallelerinde yer almaktadır.Bunlardan sayıları bin civarında olan şâhideli
mezarlar,özellikle alışılmış ölçülerden çok büyük,3.50 m.yüksekliğe varan ve
her cephesinde süsleme bulunan dikdörtgen pirizma şeklindeki şâhideleriyle
Ahlat mezar taşlarını karakterize ve temsil etmektedirler.” Cumhuriyet
döneminde bölgede araştırma yapan yerli araştırmacıların başında gelen tarih
öğretmeni Abdürrahim Şerif [Beygü], “Ahlat Kitabeleri “ adlı eserinin
mukaddimesinde “Harap camiler, birçok kümbetler,türbeler zaviyeler, harap
mahzenler, mağaralar,kale ve hamam enkazı gibi ecdadımızın tarihi hatıralarını
yad eden bu âsar ve mahkukât bakiyelari karşısında hayret ve takdir duydum.
Hep tarihi olan bu millî mevcudiyet ve âsarımızın
bu kadar zengin hatırat ve menabîini sinesinde saklayan Anadolu’da diyebilirim
ki pek az bir şehir Ahlat derecesine çıkabilir.” tespitinde bulunur.Gözden
geçirdikleri bin kadar mezar taşından ancak yüz on sekiz anıtsal değerdeki
Ahlat mezar taşını,sanat tarihi ve arkeolojik açılardan değerlendirip kataloğa
alan Prof.Dr.Beyhan Karamağaralı “Üzerlerindeki yazıların her birinin ayrı bir
anlam ifade ettiği ve dünyada eşine rastlanmayan şekillerin de bulunduğu,
Türkiye’nin,hatta bütün İslâm aleminin en büyük tarihi mezarlığı Ahlat’tadır.
Ahlat mezar taşları
hem ölçü hem muhteva bakımından bir anıt karakterindedir.Bu mezar anıtları Türk
sanatının ve kültür tarihinin sekiz yüz yıllık belgeleridir.” “Ahlat mezar
taşlarının özelliklerini tespit edebilmek için Anadolu’nun diğer bölgelerinde
yapılmış mezar taşlarını ve mezar taşlarına işlenen sembolleri belli başlı
vasıfları ile gözden geçirmek zaruri olmuştur.” değerlendirmesinde bulunduktan
sonra,yaptığı uzun ve zahmetli bir gözden geçirmenin sonunda “Özellikle
Anadolu’daki XII ve XV.asır mezar taşlarının çeşitli bölgelerde gösterdiği özellikleri
imkan nisbetinde tesbite farklılıkları tahkike çalıştık. Bütün bu bölgeler
içinde Ahlat mezar taşları, sayıları, abidevi karakterleri,tip ve
tezyinatlarının özelliği ve tarihi ehemmiyeti dolayısıyla müstesna bir yer
işgal etmektedir.” demek suretiyle Ahlat mezar taşlarının önemine çok yönlü bir
bilimsel dikkat çekmektedir.
Bununla birlikte:
“XVIII. yüzyılda yaşamış Türk âlimi Kâtip Çelebî, Ahlat’ın havasının
güzelliğini, bağlı, bahçeli bir şehir olduğunu,hatta bir elmasının yüz dirhem
geldiğine dair bilgileri kaydetmesine karşı,tarihi eser ve kalıntılara ilişkin
bilgileri kaydetmemesi ,1655 yılında Ahlat’ı ziyaret eden Evliya Çelebî şehirde
gördüğü eserler ile yıkıntı ve kalıntılardan Ahlat’ın önemini anlamasına
rağmen,onları yakından tanıtmaması,1923 ve daha sonraki yıllarda öğretmen
olarak bölgede görev yapan Abdurrahim Şerif ‘in Ahlat Kitabeleri adlı
çalışmasında, kümbetler ve kalede bulunan iki camiye ait kitabeleri tam
kaydetmesine rağmen,mezar taşı kitabelerinden sadece ehemmiyet verdiği otuz dört
mezar taşı kitabesine yer vermesi,son olarak yakın geçmişte yapılan
çalışmalarda da sayıları oldukça fazla olan mezar taşlarından, çok az sayıdaki
mezar taşının kitabesinin okunup tanıtılması,bu bağlamda çok daha geniş bir
değerlendirme yapılmasını geciktir(miş)mektedir.
AHLAT
MEZAR TAŞLARI KİTABELERİ
“Taşlar(ın)
birer lisan,kitabeler(in) de o taşlarla hem-zeban” olduğu mezar taşları hayatla
ölüm,ölüyle ziyaretçi arasında bir takım mesajlar taşıyan,geçmişten günümüze
gelen önemli belgelerdir.Mezar şahideleri,üzerinde bulunan ayet-i
kerime,hadis-i şerif ve dualar, şehrin müslüman geçmişine ve yaşayışına
tanıklık etmesi bakımından, şahidelerin üslupları ise devrin resmî hayatı ve
toplumun zihniyet tarihine ilişkin ilginç ipuçları vermesi açısından önemlidir.
“Kitabeleri
olan ve tarihleri okunabilen,Ahlatşahlar,Eyyübiler,ezici çokluğu Moğollar
devrinde ölenlere ait olmak üzere ayrıca Bitlis hâkimleri Rûzegiler ve
Safeviler dönemlerine ait” Ahlat tarihi mezar taşlarının üzerindeki yazılar
dini metinler ve kitabeler olmak üzere iki grupta incelenmiştir.Beyhan
Karamağaralı’nın Ahlat Mezar Taşları adlı çalışmasında tespit ettiğimiz ayet-i
kerime, hadis-i şerif,dua ve hikmetli sözler şunlardır :
Ayet-i
Kerimeler
“Ayete’l
Kürsi’nin tamamı
“De ki O Allah
tek birdir.” İhlas Suresinin ilk ayeti bazen tamamı
“Yeryüzünde
bulunan her şey fanidir.”
“Yüce ve iyilik
sahibi Rabbinin yüzü bakidir.”
“Allah
kendisinden başka tanrı olmadığına şahittir.Bütün melekler ve ilim uluları da
adaleti yerine getirerek şahittirler.O’ndan başka tanrı yoktur; güçlüdür hikmet
sahibidir O.”
“Yoksa
siz,Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülemeyeceğinizi mi sandınız
?”
“Onların,Rableri
kendisinden bir rahmet,bir hoşnutluk ve içlerinden kendilerine sürekli bir
nimet bulunan cennetlerle müjdeler.” Kuran-ı Kerim’de üç kere tekrarlanan “Her
nefis ölümü tadacaktır.”
“İyi iş yapan
kendi yararına,kötü yapan da kendi zararına yapmıştır.Yoksa Rabb’in,kullarına
zulmeden değildir.” Hadis-i Şerifler
Dünya bir
saatlik bir müddettir,onu ibadetle geçir.
Ölüm bir
kapıdır,herkes oradan geçer.
Dünya ahiret
ehline,ahiret dünya ehline haramdır.
Dünya ahiretin
tarlasıdır.
Dualar
Bize kötü
muamele yapma ya Rahim
Allah onun
yalnızlığını gidersin
Allah
günahlarını affetsin
Ey Allah’ım ona
acı ona rahmet et
Allah göçünü
kolaylaştırsın,rahmetine daldırsın,garibine rahmet etsin,onu cennetinde
oturtsun ve yaptığı iyiliklerini kabul,günahlarını affetsin.
Hikmetli Sözler
(Kelam-ı Kibar)
Ölüm bir
kadehtir herkes ondan içer
Her fikir
sahibi bir insan için bir gerçektir ki,ömür kısa bir elbise gibidir.
Kitabe grubu
içinde,sanatkarın adının bulunduğu imza kitabesi yanında,ölen kişinin
şeceresi,lâkapları,dinî ilimler sahasında derinliği ve ilmiyle amel eden
kişiliği, görevine ilişkin mahareti yanında ayrıca şairin dediği gibi : “Bir
öyle ömür geçir ki olsun/Mevtin sana hande,halka matem ” çizgisinde ömür
tüketen bu kişilerin insanî ve içtimaî yönüne ilişkin vasıflarını öven uzun
ibareler,ölüm tarihi ve maalesef bir kaçı okunabilmiş şiirler yer almaktadır.
Bu lirik ve güzel şiirler Büyük Selçuklulardan süregelen uygulamaya uygun
olarak Farsça yazılmıştır.
Kitabesinde
“Said,şehid,delikanlı,gençliğine doymamış,kısa ömürlü,çok okuyan, ilmine göre
hareket eden,iki cemaatin müftisi,dinin ve milletin ulusu” tarzında sahip
olduğu özelliklerin ve güzelliklerin sıralandığı Alâu’d- Din Osman’a ait mezar
taşında yazılı bulunan şiirde ardından duyulan acı şöyle dile getirilmiştir:
O yeni yetişmiş
gül gitti
Bahar dalı onun
endamını kıskanırdı
Yeni damat
Alâu’d-Din ne yazık ki toprağı kucaklamaktadır
O servi boylu,o
bûstan gülü nerede
O güzel
sesli,hoş nağmeli bülbül nerede
Eğer cihanın
bir ibret yeri olduğuna inanmıyorsan bari bak da söyle
Alâu’d- Din
Osman nerede
Meydanlık
kabristanında bulunan diğer bir mezar kitabesinde ise, ”Said, şehid,
merhum,fütüvvet ehli,kadıların kadısı” Reşid’e ait mezar taşında mealen şu
mısralar yer almaktadır:
FOTOĞRAFLAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder